сряда, 23 юли 2008 г.

ENİHAN BABA TÜRBESİ

Davidkovo'dan şu merdivenlere kadar 13 kilometre vardı daha, oysa biz oraya kadar bile pes etmek üzereydik. Yorgunluğa rağmen görülmeye değer bir doğa ve türbeydi.
Merdivenler bitmek bilmiyordu. Tam sayısını bilmiyorum ama Enesle Ece'nin saydıklarına göre 570 tane kesin vardı. Yukarı çıkmak yorucuydu gerçekten. Tertemiz yepyeniydi yollar. Doğa da iç açıcıydı.
Nasıl güzel görünüyor çıkılmış olan merdivenler aşağıya doğru bakınca. Yılan gibi kıvrılmış rodop dağlarında Enihan babaya giden merdivenli yol.
Bu da büyük bir çeşme. Buz gibi sular akıyor. Ferahlatıyor. Etrafında ağaçlara bağlanmış bez parçaları var. Uğur için bağlanmış olmalı. Ama kimler bağlamış bilmem. Müslüman olan kişi bu tür bir aptallık etmez ama... Ha bu arada çeşmenin teknesinde de atılmış santinler (stotinkalar) vardı.... Oysa türbenin içinde dışında bağış kutuları vardı....


Her şey çok güzel çok temiz pırıl pırıl da.... bu mumluk meselesine bir türlü anlam veremedik. Türbe orası ayol türbe kilise değil ki mum yakasın. Vaaah vah bulgar memleketinde adetler ve ibadetler karışmış anlaşılan milletin. (Türbede mum yakmalar ağaçlara bez bağlamalar...) Allah islah etsin herkesi.

İniş daha zevkliydi gerçekten. Hiç değilse nefesler toplanmıyordu. Yorulmuş olabiliriz ama değerdi görülmeye, Enihan babanın ruhuna fatiha okmaya.....

Yoldaki tabelada enihan baba diye yazıyordu türbedeki taşta ise inihan baba diye yazıyordu bir karışıklık var ama ..... hangisi doğru acaba




ADI UĞRUNA

Türkan derler benim adıma
Tam ermiştim bir buçuk yaşıma
El koymuştu zalim adıma
Atlamıştım annemin sırtına
Çekilmiştik Kirlinin yoluna
Olmaz böyle diye zoruna
Hiç bakmadan sağıma soluma
Kurşun sıkıverdiler alnıma
(1983-1984)



Kurşuna dizildiği vakit 18 aylıktı henuz. Ne Türklük biliyordu, ne Bulgarlık ne milletten anlıyordu, ne milletçilikten, ne vatanseverlik duygusundan tatmıştı, ne de ihanet etmişti. Kendisi kadar küçücüktü dünyası. Doğduğu dağın havası, suyu, bağırı yanık annesinin gözyaşları gibi temizdi..
Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırtmalarından işi anladı ve vardı annesini şalvarından yakaladı.
-Bunu ne yapacağız? diye sordu Fatma eşine. Baksana nasıl sarıldı bana. Kalacağı bile yok!.. -Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah da. Zaten bırakmayız ki, ihtiyarlarda geliyorlar bizimle. Mahallede kimse kalmıyor. Fatma, gitti dolaptan yün bir giyisi aldı, acele sırtını giyidirip kızını sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar.
-Nereye kızım, diyerek sordu amcası minik yiğenini okşayarak. Nereye götürüyorlar seni ?
-Kızı bötü,diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince. Evet,"Kırmızı botuş alacağız sana"demişti ona annesi. Mahalleden indiler, Kaylobalılara katıldılar. Türkanı kah annesi taşıyordu kah babası. Mogilane'ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kayloba'lılar,Mogilane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular. Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandanda milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf bir birine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkanın babası Feyzullah, duramadı, soydaşlarının yardımına koştu, ama bir gurup asker ve milis onun üzerünede atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören eşi Fatma, küçük Türkan sırtında "Bırakın kocamı katiller, biz Türküz, bize dokunmayın!" diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğnu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri:
-Kan, kan akıyor Fatma abla! diye bağırdı biri. Sizden akıyor. Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının taa alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi... Minik Türkan şimdi "Türkan çeşmesi" anıtında ve anılarımızda büyüyor... Küçük Türkanın "Türkan çeşmesi"ndeki anıt taşı.